Yazılarım, Zihinsel Atıştırmalıklar

Serena Williams ve King Richard

Tenis dünyasında geçen haftanın en çok konuşulan ismi Serena Williams oldu.

Bu seneki Amerika Açık’ı katılacağı son turnuva olarak duyurmasıyla gözler ona çevrilmişti. İlk iki turdaki maçları kazanınca, acaba bir peri masalı yazıp, son Gran Slam şampiyonluğunu kazanabilir mi diye umutlanmıştı bir çokları. Ama turnuvaya 3.turda veda ederek, 41 yaşında profesyonel tenis hayatına nokta koydu.

20 yılı aşan tenis kariyerinde sıra dışı başarılara imza atmayı başaran ve arkasında önemli izler bırakan özel bir sporcu olarak tarihte yerini aldı Serena Williams.

17 yaşında profesyonel tenis kariyerine başlayan, 23 tekler, 14 çiftler ve 2 karışık çiftler olmak üzere tam 39 Grand Slam turnuva kazanan Serena kırılması zor pek çok rekora imza attı.

4 Olimpiyat altın madalyası, 319 hafta boyunca dünya sıralamasında 1 numara kalma başarısı, 207 km/h ile kadınlarda en hızlı servisi atması bunlardan sadece bazıları.

Elbette yalnızca sportif anlamda değil, kıyafetleri, tarzı, sosyal hayatı ve ailesi ile her zaman ilgi odağı olmayı başarmış bir sporcudan bahsediyoruz.

Onu izlerken, sahip olduğu fiziksel ve ezici güç, diğer kadın tenisçilerle haksız rekabet ortamı yaratıyor hissine kapılırdım hep. Belki de bu yüzden, tüm bu başarılarına rağmen maçlarını keyifle izlediğim ve beğendiğim tenisçiler arasında olduğunu pek söyleyemem.

 

 

 

Ama onunla ilgili görüşlerim, “King Richard” filmini izledikten sonra daha farklı bir boyut kazandı.

Tenis dünyasına damga vuran Venus ve Serena Williams kardeşlerin gerçek hikayesini yansıtan filmdeki ana karakter olan baba Richard Williams en az kızları kadar sıra dışı bir karakter. Aslında bir tenis altyapısı olmamasına rağmen, kızlarındaki bu yeteneği fark eden, herkesten önce kendisini bu büyük hayale inandıran, daha yolun başında planını ve yol haritasını netleştiren ve buna hep sadık kalma kararlılığını gösteren bir profil.  

Elbette bazen çevresine tuhaf gelen, rahatsız edici, hatta itici olan bir çok özelliği de var. Herseyin kendi planladığı gibi olmasını istemesi, etrafını çok da fazla dinlememesi, kendi fikirlerinde aşırı boyutta ısrar etmesi ve inanılmaz sabit fikirli yaklaşımı bunlardan bazıları.

Ama sonuç itibariyle, tenis dünyasına damgasını vuran iki kız kardeşin kariyerlerinin en başından en tepe noktasına ulaşana kadar tüm süreci kurgulayan, yöneten ve bunun için tüm fedakarlığı gösteren bir baba olarak tüm bu yaptıkları başarıyı getirmiş görünüyor.

Sadece bir spor filmi olmanın ötesinde, oldukça etkileyici mesajlar barındıran bir film King Richard. Bence startup dünyasındaki girişimciler için de çıkarılacak epey dersler var filmde.

İnanılmaz bir vizyon ve öngörü ile, imkansız gibi görünen bir hayalin peşinde yola çıkmak, süreçteki her türlü zorluğa rağmen ana rotadan ve prensiplerden hiç vazgeçmemek, başarıya ulaşacağına büyük bir özgüvenle inanmak, adanmışlık duygusuyla her türlü engelle mücadele etmek ve özveriyle çalışmak.

Elbette iki kardeşin müthiş tenis yeteneği tartışılmaz. Ama ulaştıkları başarının esas mimarının baba Richard olduğunu anlıyorsunuz filmi izlediğinizde. Onun vizyonu, kararlılığı, inancı ve tüm sürece liderlik etmesi bu hayalin gerçekleşmesini sağlamış.

Richard Williams karakterini canlandıran Will Smith, “Pursuit of Happiness” filmindeki müthiş performansına yakın bir çizgi yakalamış.

Sadece tenis tutkunları değil, ebeveyn, lider, girişimci bir çok profilin ilgisini çekecek unsurlar barındıran “King Richard” filmini henüz izlemeyenlere mutlaka tavsiye ederim.

Copyright © 2022 · Okan Utkueri

www.okanutkueri.com sayfalarında yayınlanan tüm içerik hakları Okan Utkueri’ye aittir.

Beğendiyseniz Lütfen Paylaşın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir