Bu aralar “yalnızlık” kavramı daha fazla ilgimi çeker oldu. Yalnızlığın 50 tonu diye tabir ettiğim farklı türlerini ve bu kavramın özündeki gizemi anlamaya çalışıyorum.
Yalnızlık kendimizi keşfettiğimiz, yaratıcılığın kapılarının açıldığı, bu hengame içinde hayatımıza dinginlik katan pozitif bir kavram mı, yoksa bizi içine alıp, tehlikeli sulara doğru sürükleyen bir girdap mı?
Sanırım bunun herkes için geçerli tek bir yanıtı yok. Yanıt biz de ve bu kavrama nasıl yaklaştığımızda saklı…
✻ ✻ ✻
Elbette teknoloji ve dijital çağ ile birlikte, yalnızlık kavramının niteliği de değişmeye başladı.
Geçenlerde yine bu konu üzerine keşif safarisi yaparken karşıma çıkan bir TEDTalk konuşması beni epey düşündürdü. Üzerine GPT-4o lansmanıyla, artık makinalarla insanlara benzer şekilde sohbet etmeye çok yaklaşmış olduğumuz gerçeğiyle yüzleştik. Devamında da, yeni nesil insansı robot olan Unitree G1 lansmanıyla, artık günlük hayatımızda robotlarla birlikte yaşamaya ramak kaldığı mesajını aldık.
Bu resim içerisinde, yalnızlık kavramı da şekil değiştirip, başka bir kimliğe bürünecek gibi.
Son gelişmeler yaşamımızda teknoloji, yapay zeka ve makinalara daha fazla yer açarken, günlük hayatımızda insanların kapladığı alan git gide azalıyor. Gerçek insanlar yerine, insansı robotlar ve yapay zeka tabanlı yazılımlarla iletişim halinde olmak, onlarla sohbet etmek, dertleşmek fikri git gide daha baskın hale geliyor.
Bağlantı sayımız artarken, aslında yalnızlaşmaya başlıyoruz.
“Alone Together” kitabının yazarı Sherry Turkle, “bağlantıdayız, ama yalnızız” başlıklı bu etkileyici TEDTalk konuşmasında ana fikir olarak, teknoloji devrimiyle birlikte içine girdiğimiz yoğun bağlantı ve dijital iletişim çağında aslında git gide yalnızlığa boğulduğumuzu anlatıyor.
Üstelik bu konuşma 2012 yılına ait. Yani asıl büyük dijitalleşme tsunamisini, pandemiyle içine girilen yeni dönemi, uzaktan çalışma dalgasını henüz yaşamadan öncesine ait. En önemlisi de, adeta gerçek, sıcak ve özgün iletişime vurulan son darbe olan üretken yapay zeka fırtınası henüz daha ortalarda yokken.
✻ ✻ ✻
Sizi konuşmanın gerçekleştiği 2012 senesine götüreyim…
2000 lerle başlayan internet, akıllı telefonlar ve sosyal medya akımının ilk dalgalarının yoğun etkisi ve şoku altında olduğumuz dönem. Elimizden Blackberry, iPhone ve diğer akıllı telefonlar düşmüyor. Eposta, Twitter, Facebook, SMS, mesajlaşma uygulamaları hayatımızı abluka altına almış durumda. Bağımlılık halinde bu uygulamalar ve akıllı cihazlarımız sürekli elimizde.
Bir psikolog olan Sherry Turkle, yaşanan bu değişimin, yeni alışkanlıklarımız ve iletişim tercihlerimizin birey olarak bizlere, psikolojimize etkilerini ele alıyor. Yani yaşanan bu teknolojik değişim sürecinde olayın insan boyutuna odaklanıyor. Çok ciddi endişeler içinde ve önemli uyarılar yapıyor.
O dönemlerin ana sorunu, yüz yüze iletişimi bir kenara bırakıp, eposta, SMS ve mesajlar üzerinden iletişime geçmeyi tercih etmeye başlamamız. Yakınımızdaki bir kişiyle yüz yüze konuşmak, telefonla arayıp derdimizi anlatmak yerine dijital mesajlaşma temel iletişim yöntemi haline gelmiş durumda.
Yukarıda belirttiğim gibi bugünün gerçekleri ve sorunları çok daha farklı bir boyutta. O yüzden de konuşmayı dinlerken, buradaki mesajların üzerine bir de bugün içinde olduğumuz dönemin gerçeklerini ekleyerek analiz ettim zihnimde. O zaman bu konuşmada altı çizilen mesajlar çok daha farklı bir boyut ve etkiye kavuşuyor.
✻ ✻ ✻
Konuşmanın sanırım en çarpıcı ve düşündüren cümlesi şuydu;
❝ Gitti gide teknolojiden daha fazlasını beklerken, birbirimizden daha azını talep ediyoruz, birbirimizden daha azına ihtiyaç duyuyoruz. ❞
Yani milyonlarca yıldır en güçlü kasımız olan bağ kurma ve birlikte bir şeylerin üstesinden gelme kaslarımız git gide zayıflıyor. O boşalan yeri de teknoloji, yapay zeka ve robotlar doldurmaya aday gibi görünüyor.
Artık başımız sıkıştığında, bir şeye ihtiyaç duyduğumuzda, dertleşmek istediğimizde arkadaşlarımıza, dostlarımıza, ailemize ve etrafımızdakilere değil de akıllı cihazlara, dijital platformlara, yapay zekaya ve ChatGPT benzeri botlara başvuruyoruz.
Sosyal medyada binlerce takipçimiz, bağlantımız olmakla birlikte gerçek, samimi ve canlı iletişim ve ilişki kurduğumuz kişi sayısı hızla azalıyor.
✻ ✻ ✻
Bu yazının amacı teknolojiyi, dijital dünyayı, yapay zekayı kötülemek, kullanımını azaltmayı önermek vs değil elbette.
Sadece biraz farkındalık yaratıp, sanal dünyanın yanında gerçek ilişkilerimize de hak ettiği değeri vermeyi hatırlatmak.
Sanal değil, gerçek ilişki ve iletişim becerilerimizin üzerini kaplayan tozları silip, onları tekrar kullanıma sunmak hiç fena olmaz bence.
Teknoloji aslında bizi en zayıf, en kırılgan yerimizden yakalıyor. Bir çoğumuz kalabalıkların içinde yalnızız, ama öte yandan samimi ve yakın ilişki içerisine girmek de pek fazla istemiyoruz.
Kontrol edebileceğimiz dozajda ne çok ne az, ayarında bir iletişim ve ilişkimiz olsun istiyoruz. Teknoloji de bize bu “sözde” kontrol edilebilir güvenli ortamı sunuyor. İstemezsek telefonu, uygulamayı açmayız, ekrana bakmayız, dolayısıyla dijital ilişkilerimizi rahat yönetiriz diye düşünüyoruz.
Ek olarak, insanlara güven problemimiz var. Bilimum kötülük çevremizdeki insanlardan geldiği için belki, insanlarla ilişki ve bağ kurma konusunda daha çekimseriz. Öte yandan, teknolojiyi ve dijital araçları kendi kontrolümüz altında yönetebildiğimizi varsayıyoruz. Onlarla olan ilişkimizde kontrol bizim elimizde diye düşünüyoruz. İstediğim anda uygulamayı kapatırım, gerekirse telefonumdan silerim, istersem açarım istemezsem açmam, gereksiz kapris ve sitemle hiç boğuşmam algısı var.
Ama aslında alttan ısıtılan kurbağa misali, farkında olmadan olayların kontrolümüz dışına çıktığı bir sarmalın içinde buluyoruz kendimizi. Sürekli başkalarının ne yaptığını, nereye gittiğini, ne giydiği, ne paylaştığını takip eden, anlamsız içeriklere arasında doomscrolling denilen junk flow içinde buluyoruz kendimizi.
Evet teknoloji, dijital imkanlar, yeni nesil uygulamalar hayatımızı kolaylaştıran, bize hız, zaman ve maliyet avantajı sağlayan araçlar. Ama teknolojiyle olan ilişkimizde kontrol elimizden kaçalı çok oldu diye düşünüyorum. Bir çoklarımız için bu adeta bir bağımlılık haline geldi bile.
Bağlı olmak ile bağımlı olmak arasındaki nüansı bir düşünün derim…